1 Aralık 2008 Pazartesi

"Çocuk Yapmak"

Bizde “çocuk yapmak” spordan sayılır. Hiç kimse bunu yapanı garip karşılamaz, sorgulamaz, altında bir bit yeniği aramaz. Aksine çocuk yapmayan kişi de vardır bir arıza. Yoksa da aranır ve bulunur çoğu kez. Bizde çocuk yapmak, yürüyüş yapmak gibi, çorba yapmak gibi “Yapıver gitsin, ne olacak sanki”li eylemlerdendir. Sıradadır. Sıradandır. Bırakın eylemin içeriminin ve sonuçlarının düşünülmesini, tamlamanın kendisi bile yeterince açıklığa kavuşturulmuş değildir. Yapmak, yardımcı fiili ancak bir adla birlikte kullanılabilir. Ne var ki, sözlüğü açıp baktığınızda göreceğiniz, (bir resmi) ortaya koymak, (bir işle) uğraşmak, (bir duruma) yol açmak, (bir şeyi) hazır etmek, kötü davranmak, gerçekleştirmek gibi uzayıp giden anlamlardan en yakın olanı “üretmek” anlamıdır; “ürün” olarak ortaya koymak. Şöyle bir örnek veriyor Ali Püsküllüoğlu: “Küçük oyuncaklar yapıp satıyordu.” Buradaki “ürün” ifadesi ise başlı başına bir yabancılaşma vurgusu veriyor tanıma. En azından “bir hammaddenin işlenmesi” imasını taşıyor. Böyle düşünüldüğünde de insanın sorası geliyor, anası ne ki danası ne olsun diye…

İşin ilginç yanı -konuyu benim için ilgi çekici kılan yanı-; bunu zaten hiçbir zaman sorun etmemiş, sırasıyla yaşayıp gitmiş; yaşamayı, okul, iş, evlilik, çoluk çocuk, torun tombalak, emeklilik ve ölüm dizgesiyle yaşayan kişi ya da kişiler için bu konunun gündeme gelmemiş olması değil tabii ki; onlar için bundan doğalı yok. Onlar doğruyu yapıyorlar demiyorum, ama doğal olanı doğal yollardan yaşayan insanlar oldukları kesin. Benim için ilgi çekici olan, yaşamak üzerine uzun uzadıya düşünmüş, tanımlar ve fikirler üretmiş, mantıksal çıkarımlar ve temellendirmeler yapmış nice kişinin de bu konuyu sorun olarak görmemiş olması. Üçüncü tür olarak adlandırılabilecek bu grup, zaman zaman işin “doğallık” boyutunu öne çıkarmaya çalışsa da, fazlasıyla tanımladıkları dünyalarında her şeyi kültürelleştirdikten sonra bu mazeretin arkasına sığınamayacaklarının da bal gibi farkındalar aslında. Doğa ve kültür arasında, tüm bir kültürel birikimi yok sayıp hâlâ tavuk düzeyinde bir doğallığı savunmanın biçare hüznü içindeler diye düşünüyorum.

Eveleyip gevelediğimin özü şu: Çocuk sahibi olmak bencilliktir. Çocuk sahibi olan kişi, “sahip olma”yı isteyen kişidir. Bu tanımlamadaki baskın karakter “sahiplik”tir. Hem de yan etkileri ihmal edilebilir türden bir sahiplik değildir buradaki, çünkü bir canlıya sahip olunmak istenmektedir. Hem de daha önce varolmayan bir canlıyı var ederek, yaratarak ona sahip olunmak istenmektedir. Buradaki benlik bilinci öylesine tek ve yücedir ki, tanrıdan çok tanrı duymak ister gibidir kişi kendini; sahip olacağı şeyi yaratmak cüretini gösterir. Aslına bakılırsa arızi bir süreçtir bu. Çocuğun büyüyüp, ebeveynlerine bağımlı benliğini terk edip kendi bireyliğini kurması süreci ailesini reddetmesiyle sonuçlanacağından, denklem daha en başta yanlış kurulmuştur. Gelin görün ki, bu ancak elli yaşında fark edilebileceği için geriye dönüp redakte etme şansı da artık kalmamıştır. O yüzden çocuk sahibi olanlar, kendilerini aklayacak başkaca yolları kalmadığından, çocuk yapmayı savunurlar.

Varolmak acı çekmektir, diyor Sartre. Sartre dediği için değil, içinden acı geçmeyen bir varoluş tanıyor musunuz? Yani, “Aman efendim mutlulukları niye atlıyorsunuz, her şeye rağmen yaşamaya değer”deki varolmayı verilmiş kabul eden basitliğin ötesinden konuşuyorum. Hiç olmamış olana ait lüksten bahsediyorum. Varolanın yok olması değil, hiç olmamış olanın, mutluluğu da acıyı da bilmeyecek olması durumu sözünü ettiğim. Oysa siz acıyı üretiyorsunuz; hiçe, hem de rızasını almaksızın, acı çekeceği bir varlık armağan ediyorsunuz. Armağan burada dilin bize yaptığı bir oyun. Yerleşik alışkanlıklar düzeyinde bir aldatmaca. Aslında kendiniz için hazırladığınız bir armağana çocuğu alet ediyorsunuz, neler yaşayacağını hiç mi hiç düşünmeden.
Söz buraya geldiğinde, ister istemez, “İçine atıldığınız dünyadan çok mu mutlusunuz”a da evriliyor. Yok olmakta olan dünyaya, tükenmekte olan doğaya, her gün daha da ilkelleşen, histerikleşen toplumsal algıya, muz cumhuriyetine dönüştürülen ülkenize bakmadan, o çocuğa bunu gerçekten yapacak mısınız? İlkel dürtülerinize karşı gelemediğiniz bahanesiyle, hastalıklı yalnızlığınızı örtmek için ona bunu yaparken hiç içiniz acımayacak mı?

“Demek istediğin şu mu: Hiç kimse çocuk yapmasın da, insanoğlu yok mu olsun bu dünyadan?” sorusuna ille de bir cevap yetiştirmem gerekir mi, bilmiyorum. Doğayı hiç düşünmemiş, onu anlamak için hiç çaba göstermemiş kimselerin dilinden dökülecek bu soruya verecek cevabım “Hiç, çıplak gözle güneşe baktınız mı?” şeklinde olur. Güneş kendinde olduğu kadarıyla parlar, bir gün gelip de bittiğinde enerjisi sönüp ölü bir yıldıza dönecektir. Gözlerini yakan güneşin yitip gideceğinden tasalanmamış bir kişinin, insanoğlu için tasalanması kendi trajik kaderine acınmasından farksız gelir bana. “Dünya bu kadar kötüyse, o zaman senin çocuğun onu iyi yapsın” aldatmacasını ise yutmak için saf olmak geçerli bir mazeret değil elbet. Buna zorunlu bir takı olarak getirilen “Aptallar o kadar çocuk yapıyor, ama akıllılar böyle senin gibi olunca dünya…” ile başlayan cümle de ne insandan ne siyasadan nasibini almış bir zavallı akılyürütme. Tarih sahnesinde dünyayı değiştirecek kadar güzel gördüğü insanları aşağılayacak kudreti kendinde bulan bu tanrısal kibirden nefret ettim her zaman.

Kaldı ki, “çocuk yapma”yı düşünen çok düşünmüş insanların hiçbirinin evlat edinmeyi akıllarından bile geçirmemesi şaşkınlık vericidir. Nedense “kan” isterler. Baskısından sıyrıldıklarını cümle aleme ballandıra ballandıra ifşa ettikleri gelenek görenekler tarafından o kadar belirlenmişlerdir ki, istedikleri şeyin ne olduğunun ayırtında olamayacak kadar körleşmişlerdir. Bunun arkasına da görkemli sözcüklerle insan doğasını, kadın anatomisini sıkıştırmaktan çekinmezler. Perspektifleri kendi perspektifleridir. Ne dünyaya getirecekleri varlığın acısına ne de sevgi bekleyen kimsesiz canlıların dünyasına bakmayı bilirler. Dünya kendileri için, kendi etraflarında dönmektedir. “Bencillik ama ne yapalım kardeşim, o kadar bencilliğimiz de olsun artık”la doldurulmaya yeltenilir genelde konunun kapsamı. Oysa içinden çocuk geçen düşünceler buzdağının su üstünde kalan küçücük kısmıdır yalnızca.

Araba kullanmak için bile ehliyet sorulan bu dünyada, bir canlıyı yoktan var etmeye, dünyaya getirmeye yeltenmek için hiçbir yeterlilik aranmaması gerçekten garip değil midir? Çürük bir sistem, devamı için her şeyden önce düşünülmemeye, kendini düşündürmemeye muhtaçtır. Ona gereksinim duyduğu gücü kimin verdiğini aramak için boş yere ötekiler yaratmaya hiç de gerek yoktur.

3 Comments:

Adsız said...

Eline sağlık Barış. Bu kanal oldukça verimli yerlere açılıyor. Aslında işin bir ayağının, işin dünyanın başka yerlerindeki haline bakmasının zihin açıcı olacağını da düşünüyorum. Avrupa'da, Amerika kıtasının neredeyse tamamında, sanırım Çin, Rusya, Japonya gibi yerlerde, söz gelimi, evlilik kurumunun neredeyse bütünüyle "aşılmış" olduğu bir devirde Türkiye'de hala toplumun baskısının kendisini bu kadar hissettirmesi ilginç gerçekten. Evlilik konusu bu kadar netken çocuk yapmak konusunda metnin içine girekte biraz zorlandığımı itiraf etmeliyim. Esasında sorun tam olarak metnin içine girmek de değildi muhtemelen. Söylediklerinde anlaşılmayacak bir nokta yoktu. Sadece metnin nereye gittiğini, dolayısıyla nerede bittiğini anlayamadım sanırım. Bu anlamda neye itiraz ettiğin benim kafamda pek net çizgilerle çizilmedi. Ya da belki kafamdaki soruya yanıt bulamadım. Şunu mu söylüyorsun son kertede: çocuk yapmayın, illa çocuk yetiştirmek istiyorsanız evlat edinin? Yoksa bütünüyle yanlış mı anlamışım? Çocuk "sahibi olma" çabasına yönelen eleştiriyi anlayabiliyorum da, genel olarak çocuk yetiştirmeye karşı çıkışın alternatifini göremiyorum yazıda. Belli ki bir şeyler kaçırıyorum...

e.

Baris Acar said...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Baris Acar said...

Güzel eleştiri. Aslında bir cevaptan çok bir soruna işaret etmek benimkisi. Çocuk yapmak ya da yapmamaktan ziyade, hiç değilse, bunun tartışabilecek düzeye gelsin insanlar. Böyle bir sorunla yüzleşebilsinler. Yabancılaşmadan dem vuran ama tavuk düzeyinde argümanlarla savunu yapan o kadar çok insanla karşılaştım ki bunları yazmaya mecbur kaldım.

Evlat edinme konusuna gelince bu konudaki bilinci (bilinçsizliği) çocuk yapma konusundaki bilinçsizlikle (bilinçle) karşılaştırmanın verimine inanıyorum. Bu yüzden de bunu bir alternatif olarak öneriyorum elbette.

Yazının bir eksiği, belki de, Platon'un Devlet'inde değindiği, çocuk yapmak ve eğitimle ilgiil kısımlar. Sonuçlar bakımından değil ama tartışamanın içerimi açısından müthiş önemli bence. Özellikle yazının son kısmında değindiğim otomobil için ehliyet sorulmasındaki "ehliyet" vurgusu bunun içinde.

Belki de kimi yerleri yeniden düşünmeli, genişletmeliyim.

Eleştiriler için teşekkürler.