26 Kasım 2008 Çarşamba

İnsan Sevmek

Sanatçı ve deli Antonin Artaud, kendisi gibi bir deli olan Van Gogh için “toplumun intihar ettirdiği” diyor. Rehabilite edilmek adına yıllarca elektrik şoklarına maruz kalmış olan Artaud’ya göre, abisinin, doktorunun, arkadaşlarının sevgisiyle ölen bir dahi Van Gogh. Severken bile işkence eden bir toplumsal düzenin kapkara yüzünün tuvaldeki yansısı…

Gerçekten de, işyerlerinden kahvehanelere, yeniyetme genç kız odalarından yüksek devlet makamlarına kadar hemen her yerde karşımıza çıkan Van Gogh tablolarının tıpkıbasımlarına bakarken, en canlı, en parlak tonlarda bile bir acı sarar insanın içini. Tuvalini fırtınanın göbeğine saplamış, herkes sağa sola kaçışırken büyük bir tutkuyla tarlaların resmini yapmaya çalışan ressamın acısını duyarım. “Doğa konuşmaya çalışıyor. Ne demeye kaçıyorsunuz? Gelin tadını çıkarın!” diye bağıran sese küçümseyerek sırt çevirir insanseverlikleriyle nam salmış kimseler. Bugün de onu “en çok sevenler”in yağmurun altından eriyecekmiş gibi kaçanlar olmasına şaşmamak gerek.

Buradan bakınca Althusser’in anti-hümanizmasının kaynaklarının nerede olduğunu anlamak hiç de zor değil. Özgürlük zorunlulukla özdeşleşiyor, çünkü böyle bir dünya sistemi içinde, onun yaratısı olan böyle insanlarla ve böylesi kavramlarla özgür olmak ancak bu kadar özgür olmak. Özgürlüğün bu tutsaklığı sevmeyi bile acılaştırıyor Althusser’in dilinde. Gelecek Uzun Sürer’de ayrıntılarıyla anlamaya çalıştığı delirmesi de bundan (İşte, bir deli daha). Bırakın cezamı çekeyim, dediğinde bile dinlemeyip akıl hastanesine gönderiyor onu sistem. Bu yüzden son derece katı bir tutuma bürünüyor onda sevgi; bir olanaktan çok bir olanaksızlık olup çıkıyor.

Burada teorik anti-hümanizmi tartışacak değilim. Hümanizmin burjuva kaynaklarından, “insan doğası” ile ilgili tezlere kadar pek çok başlık altında yeterince tartışılmış bir konu bu. Benim ilgimi daha çok çeken, kendimi duygusal anlamda Althusser’in tutumuna yakın hissetmeme neden olan, Artaud’nun bütün bir toplumu karşısına alıp dili gırtlağından fırlayana kadar sahtekâr olduğumuzu bağırması. Öyle ki, buradan, bu anti-hümanist tavrın içinden insanı sevebilmek, onu bilebilmek, o olabilmek için yeni bir basamak, yeni bir araştırmanın ilk adımı çıkabilir belki de.

İnsanlar tanıdım, insan sevdiğini söyleyen… Kaybetmek istemediği bir eşyasını sahiplenir gibi insan seven insanlar… Toprağına dokunmadığı bir manzaraya hülyayla bakar gibi, haz almak için sigarayı tek nefeste ciğerlerine somurur gibi, onda kendine tapmak ister gibi insan seven insanlar. Öylesine inanıyorlardı ki insanları sevdiklerine. Aksini savunmak imkânsızdı. Sevgileri ya da sevgi diye adlandırdıkları öyle kuvvetliydi ki, sevmek böyle olmalı diye düşündü onları görenler. Sevdiklerine sevgili gibi bakmaları inanılmazdı. Kendilerini adamaları, içine alacakmış gibi onu kendine sokmaları, onun kafasının içinden dünyaya bakmaları… Her konuşmalarında ayrı bir duyarlılık, her jestlerinde ayrı bir düşünülmüşlük… Git gide bir kurt düştü içime. İnsan sevmenin ilmini yapmış bu insanlardan soğumaya başladım. O kadar aşıktılar ki insan sevmeye, onun yerine ikame ediyorlardı sevgilerini. İnsan sevmeyi öylesine seviyorlardı ki güzelliği bozan bir şey vardı bunda.

...

(Yakın zamanda tamamlanmayı bekliyor.)

0 Comments: